Zamanla Gelen Geçmeyen Pişmanlık
Zamanla Gelen Geçmeyen Pişmanlık
“Çok dertliyim” dedi adam ve ekledi “gayemi unutmuş gibiyim. Çok zaman oldu geleli. Nerden gelip nereye gideceğimi hatırlamıyor gibiyim. “ Gözleri hep uzaklardaydı. Sanki beklediği ama bir türlü kavuşamadığını arıyordu. Derin bir iç çekti. Bu iç çekişte hasret, pişmanlık vardı. Kendi kendini terk etmenin verdiği yorgunlukta çabası. Tam konuşacak gibi oldu dudakları usulca kapanıverdi. Buruk bir tebessüm yerleşti ama gözleri yağmur yüklü bulutlara meydan okuyordu.
Hafifçe doğruldu oturduğu yerden bir hayli yaşlanmıştı. Karşısında duran genç kadına hüzünle baktı. Dayanamadı genç kadın. Yıllardır biriktirdiğini bir fırtınayla bırakıverdi. Neden neden neden diye sormak bunca yılın kaybını ondan almak istemişti. Yapamadı. Karşısında duran fazlasıyla almıştı hayattan yaptıklarının karşılığını. Gelip giden zamanının yerini doldurmasını istesede nafileydi. İçinde taşıdığı o taşı kaldırmak istedi olmadı. Bir sarılsa belki geçecekti onu da beceremedi. Adam sustu kadın sustu…
Uzun bir sessizliğin ardından yaşlı adam yaklaştı. Buruş buruş olan elleriyle genç kadının yüzünü okşadı. O an kadın hiç kıpırdamadan gözlerinden akan yaşlara hıçkırıklarını ekleyerek bekledi. İçinden birşeyler kopup gitmişti sanki. Kalkıp o elleri öpmek sarılmak istedi. Yılların hasretini dindirmek istercesine. “ Hiç vazgeçmedim sizden” diye mırıldandı boğuk ve hırıltılı sesle.
Vazgeçmemiş miydi? Neredeydi o zaman? Neyin yokluğunu çekmişti bunca zaman? Yine üşüşen sorular… Beynini kemiren sorulardan kurtulmak için kilitlediği kör kuyulardan yine çıkıp gelmişti hepsi. İçindeki özlem yerini öfkeye bırakmıştı. İşte değişmemişti. Yine aynıydı. Kaç yıl geçerse geçsin değişmeyecekti de. Ayağa kalktı. Kapıya yöneldi. Başı dönüyor midesi bulanıyordu. Yer ayaklarının altından kayar gibi oldu sendeledi.
Omzuna dokunan eli geride bırakıp adım atıyordu ki “sizi çok sevdiğimi unutmayın, bu can hep sizin için vardı ölene kadar da sizin için olacak.” Gidemedi ayakları yere mimlenmişti sanki. Burnunun direği sızladı. Bir titreme sardı tüm bedenini .
Yapamadı dayanamadı. Hızla arkasını dönüp yaşlı adama sımsıkı sarıldı. Öyle bir sarıldı ki bunca yılın özlemini söküp almak istercesine. Kokusunu içine çekti. Yüreğinde saklamak için. Sonra bıraktı koşar adımlarla çekip gitti. Oksijen ciğerini yakıyordu. Bu yaşlar neden hiç bitmiyordu. Ayrıca neredeydi. Bastığı toprak bile yabancıydı.
Yaşadıkları film şeridi gibi gözlerinin önünden geçerken kendisini sorguladı bir an. Doğru olan neydi? Öfkesi mi gerçekti, özlemi mi? Öfkesine mi aldanmalıydı yoksa içini yiyip bitiren özlemine mi? Peki ya içindeki boşluk? O ne olacaktı?
Bir daha nasıl dolduracaktı? Kanayan yarası tekrar kabuk bağlayacak mıydı? Zaman akıp gitmişti ve hiç acımamıştı. Hep acıtmıştı. Şimdi yine aynısı oluyordu. Yine acı çekiyordu. Hem de haklı olmanın bilincindeyken. Bir taksiye atladı.
Ve her zaman yaptığı gibi gözyaşlarını sildi yüzüne yalandan bir gülümseme yerleştirip devam etti.
Hocam kaleminize sağlık güzel bir hikaye herkes kendinden bişeyler bulabilir okuduğunda
Teşekkürler hocam. Zaman aldıklarını geri vermiyor o yüzden bulunduğumuz anın tadını çıkartmak gerek .
Çok güzel bir hikaye. Hem zamanın ne kadar acı dolu olduğunu hemde insanın içinde dert etmemesini anlatan bir yazı olmuş. Ellerinize sağlık.
İnsan içinde tutmamalı bazı sözleri. Çok teşekkür ederim.
Teşekkürler hocam ☺
[…] Zamanda Yolculuk Aşk Sadece Anlıktır Aksa Kayıp Zamanla Gelen Geçmeyen Pişmanlık […]